5- The Hurt Locker / Ölümcül Tuzak:
Ölümcük Tuzak’ın günümüz Irak savaşında geçmesi neredeyse küçük bir detay. Film, haçlı seferlerinde bile geçseydi aynı etkiye sahip olabilirdi.
Katherine Bigelow’un Irak’ta bir Amerikan bomba difüzyon ekibinin bir görev turunu inceleyen filmi, gereksiz ekspozisyona girmeden karakterlerini basit ve içten bir dille aktarıyor.
İki buçuk saat boyunca bu askerler ile neredeyse burun buruna yaşıyoruz. Fakat hiç bir zaman tam olarak kim olduklarını bilmiyoruz. Onlar hakkında spesifik bilgiler öğrenmiyoruz, belki de bir bakıma savaş sırasında askerler arasındaki kişisel ilişkilerin gerçek hayatta olduğu gibi.
Ölümcül Tuzak, betimlediği savaşın politikası yerine askerlerin akli durumunu olduğu gibi aktarmayı başaran nadir savaş filmlerinden. Film, başka benzer yapımların yapamadığını beceriyor: Başlangıçta seyirciye ihtilaflı bir alıntı fırlatıyor ve hikayesinin geri kalanında bu alıntının anlamını en ince detayına kadar incelemeyi başarıyor. Evet, bazı insanlar için savaş bir uyuşturucudur. Hangi tarafta neden savaştıkları fark etmez. Kulağa çılgın gelmesine rağmen bir süre sonra bu insanlar için savaş hali normal hal olur.
Ölümcül Tuzak yılın en sürükleyici ve dehşet verici sinema deneyimiydi benim için. Bigelow’un bomba tehditi sahneleri uygun oranda süspans ve stile sahip, fakat aynı zamanda gösterişçilik yapmaktan kaçınıyor.
Irak savaşı hakkında çekilen her filmin Amerikan gişesinde başarısız olacağını garantileyen “Irak Savaş Filmi Laneti”, ne yazıkki Ölümcül Tuzak’ı da pençesi altına aldı. Buna rağmen Oscar zamanı geldiğinde en iyi film ve en iyi yönetmen adaylığı alacağı dedikoduları var. Umalım ki öyle olsun.
4- Where The Wild Things Are:
İlk olarak söylemeliy ki, filmin monoton ötesi Türkçe ismini bu yazıda belirtmeyi reddediyorum.
Where The Wild Things Are’a nasıl tepki vereceğiniz kişiliğiniz ile birebir. Spike Jonze’un filmi Max isimli bir çocuğun gerçek hayattan uzaklaşmak için yarattığı hayalgücü dünyasına kaçmasını anlatıyor. Tabi bu Max’in dünyasının mükemmel olduğu anlamına gelmiyor. Gerçek yaşam her zaman en saklı rüyalarımızı bile işgal etmenin bir yolunu buluyor.
Filmde zorlama bir konu, Joseph Campbell tarzı bir “Kahmanın Yolculuğu” yok. Max ve yarattığı “Vahşi Şeyler”, Max’i gerçek dünyaya döndürecek güçlü bir yüzüğü veya sihirli ayakkabıları ele geçirmek için uzun bir yolculuğa çıkmıyorlar. Max istediği zaman gerçek dünyaya geri dönebilir. Yapınsal bir antagonist, kötü ruhlu bir sihirbaz, veya kötü bir “Vahşi Şey” yok filmde. Sadece Max ve hayal gücü ile başbaşayız.
Filmin bütün konvansiyonel konu yapısını ve anlatımını geride bırakması sayesinde Max ile beraber kendi hayal gücümüze balıklama dalmamız kolaylaşıyor. Bu yüzden, yukarıda bahsettiğim gibi bu listedeki diğer filmlerin aksine kişiliğiniz Where The Wild Things Are’dan ne kadar haz alacağınızı belirleyecektir.
Ya filmin hayal gücü dolu ve sonsuz yaratıcı bir şaheser olduğunu düşüneceksiniz, ya da şımarık velet Max’in oyalanmayı bırakıp sorumluluk sahibi olmasını isteyeceksiniz. Ben çoğunlukla ilk kategoride bulunmama rağmen ikinci kategorinin bakış açısını da az çok anlıyorum. Fakat bu durum son yılların en nadir ve cesur çocuk filmlerinden biriyle karşı karşıya olduğum gerçeğini söndüremiyor.
3- Avatar:
Avatar vizyona girdiğinden beri sağdan soldan bin bir türlü şikayet yağıyor Amerikan basınında. Evet, “Beyaz Suçluluğu”ndan ilham alan bir batılı beyaz adam fantazisi Avatar. Evet, film Kurtlarla Dans’ın uzay versiyonu. Evet, bazen basit ve klişe olabiliyor. Ve evet, gerektiğinden çok daha fazla şikayet ediyoruz.
Avatar’a bazılarının getirdiği, her detayını acımasızca ince eleyip sık dokuyan eleştiriler, bana Amerikalı’ların klasik “hep ya da hiç” sloganını hatırlatıyor. Avatar’dan önce 2009 yılının en çok iş yapan filminin son yılların en utanmazca gerizekalı Transformers 2’si olduğunu unutuyormuyuz? İşte size bir kaç adet daha “Evet”:
Evet, Avatar en klasik anlamda iç canlandıran bir macera. Evet, film mega bütçeli blockbuster sinemasına olan inancımı yeniledi. Evet, sonuna kadar eğlendiren ve nefes kesen bir bilim-kurgu. Evet, özel efekt sınırlarını daha önce hayal bile edemeyeceğimiz diyarlara yükseltiyor. Evet, her karesi hayret veren görselliklerle dolu. Evet, James Cameron basit ve evrensel motivasyonlara sahip bireysel karakterler yaratıp bir sürü CGI metali rastgele birbirine vurdurmaktansa sonucun hikayeye oranla öneme sahip olduğu muhteşem aksiyon sahneleri sunuyor. Evet, Cameron kendi kurallarına sahip yepyeni bir dünya yaratıyor ve filmin süresi boyunca bu kurallara bağlı kalıyor. Ve evet, baştan sona eğlendiren, gerçekten eğlendiren bir film Avatar.
2- A Serious Man:
“Gerçek yalan olduğunda, içindeki neşe öldüğünde, sonra ne?”
Ne kadar hayret veren, ne kadar her bakımdan tatmin eden bir filmdi A Serious Man. Banal süperkahraman filmleri, dayanılmaz oyuncak/video oyunu adaptasyonları, devam filmleri ve aşırı şirin bağımsız filmciklerin alışılagelmişliğinin arasında A Serious Man, gerçektende tertemiz bir nefes.
Coen kardeşlerin Fargo’dan beri en iyi, en içten ve en cesur filmi tek karesi bile önceden tahmin edilemeyen, her saniyesi sürprizlerle dolu, vahşice dürüst, hakkaten komik, hakkaten trajik ve her anı orjinal bir sinema dersi. Evet, orjinal. Uzun zamandır bir Amerikan filmini tasvir ederken pek te kullanılmamış bir kelime.
A Serious Man’in ikinci sırada bulunması aslında pek bir şey ifade etmiyor. Eğer aranızda filmin yılın en iyisi olduğunu savunacaklar varsa, benden tartışma çıkmaz.
1- Up / Yukarı Bak:
Up, gerçek bir animasyon klasiği. Seyirciye muhteşem bir macera sunmakla kalmıyor, Amerikan animasyonunda pek görülmeyen bir başarıya imza atıyor. Evet, Up gerçek hislere, rüyalara ve motivasyonlara sahip gerçek karakterler yaratıyor. Film genelde çocuklara pazarlanan bir formatın üyesi olmasına rağmen tek karesinde bile özellikle 2000’li yıllarda gösterime girmiş olan animasyonlardan tanıdığımız, seyircisine yukarıdan bakan, tembel karakterler ve hikayeler ile zekalarını aşağılayan yaklaşım yok.
Eşi Ellie’ye verdiği bir sözü yerine getirmek için uçan evi ile Cennet Şelaleleri’ne yolculuğa koyulan seksenli dede Carl Fredericksen’ın macera dolu fantazisinin altında, bir insanın büyük bir kişisel kaybın ardından hayatına yeni bir anlam kazandırmaya çalışmasını şefkat ile inceleyen harikülade bir hikaye var.
Up, mükemmel bir film.